Avrupa Türklerinde ayrılık travması, vuslat ve çifte aidiyet
Bir önceki yazımda, Avrupa Türklerinin yaz tatili sosyolojisinden bahsetmiştim. Avrupalı Türklerin, yaz tatili boyunca yaşadıklarına dikkat çekerek, tatil sonunda yorgun bir şekilde geri döndüklerini belirtmiştim. Şimdi de, şairlerin dilinden, Türkiye izlenimlerine yer vererek, hem Avrupa’dan gelirken, hem Türkiye’den ayrılırken duyulan tatlı travma, sevdikleriyle buluşma ve çifte ya da çoklu aidiyet üzerinde durmak istiyorum.
Avrupa Türkleri şairlerinin Türkiye izlenimlerinden önce kısaca, ayrılık travmasına, psikolojisine değinmek isterim.
Bazı psikologlara göre her ayrılık, küçük veya büyük ayrılık, insan üzerinde travma oluşturur. Bir hüzün, bir duygusallık oluşur insan üzerinde. Hafızam beni yanıltmıyorsa, rahmetli Prof. Ayhan Songar, insanın ilk ayrılık travmasının, doğuşu, yani annesinden ayrılmasıyla başladığını söylüyordu. Hatta bazı mutasavvıflar, insan ruhunun bedende hapsolma haliyle sürekli bir sıkıntı, travma, özlem içinde olduğuna dikkat çekerler. Velhasıl ayrılık travmaları, farklı şekilde, insan hayatının her döneminde yaşanır.
Avrupalı Türkler, her ne kadar bazı Wilders zihniyetliler kabul etmeseler de, çifte aidiyete mensupturlar. Hem ana vatanları Türkiye’ye, hem de yaşadıkları Avrupa ülkelerine tartışma kabul etmeyecek bir şekilde aidiyet duyarlar. Türkiye’den, babalarının ve annelerinin getirdikleri değerlere yabancılaşmadan, içinde yaşadıkları ülkelerin de norm ve değerlerinin bilincindedirler. Çünkü Avrupalı Türkler, yarım yüzyılı aşan bir göçmenlik tecrübesiyle, Avrupa’da kendilerine yeni bir dünya kurmuşlardır. Bu yeni dünya, Avrupa Türklerine, Avrupa’daki diğer göçmen topluluklarında olmayan, çok yönlü bir sorumluluk ve aidiyet duygusu vermiştir. Bundan dolayı, Türkiye’nin kalkınması başta olmak üzere, gönül ve kültür coğrafyasındaki akrabalarının, hatta dünyadaki mazlumların da müreffeh içinde yaşamaları ve Avrupa’nın geleceği için kafa yorarlar. İnsanlığın geleceğinin çatışma içinde değil, barış ve adaletin, insan hak ve özgürlüklerinin, insan onuruna saygının hakim olduğu bir dünya ile mümkün olacağına inanırlar.
İşte bu duygu ve düşüncelerle, hem içinde yaşadıkları ülkelerden ayrılırken hem Türkiye’den ayrılırken tatlı bir travma yaşarlar. Onlar için her ayrılış aynı zamanda bir vuslattır. Her ayrılış yeni bir başlangıçtır onlar için. Yenilenirler. İnançları gereği, seyahat ederek sıhhat bulurlar. Bunun için, çileyse çileye, zorluksa zorluğa katlanırlar. Özlem, sıla-i rahim olmazsa olmazlarındandır.
Şimdi gelelim, Avrupalı Türk şairlerin gözüyle, Türkiye izlenimlerine.
Ömrünün büyük bir bölümünü Almanya’da geçiren, ressam Halil Gülel, vatan hasretini şöyle dile getiriyor bir şiirinde:
Yükledik hasreti gönülden süzüp;
Yola revan olduk vatan merhaba.
Karada, havada çok hassa gezip,
Çok şükür yol bulduk vatan merhaba…
….
Ressam Halil, selam veriyor size,
Atalarım miras bırakmış bize,
Ay yıldız gölgesi huzurdur öze,
Dünyada ün saldık vatan merhaba.
Belçika’da yaşayan, edebiyatçı ve şair Hakiki Kabakçı ise, Avrupalı Türklerin yoğun olarak tatile geldikleri, Temmuz ayı için şöyle diyor:
Uğruna neler verdiğim
En çok sevdiğim aysın sen
Tam on bir ay gerdiğim
Ve bıraktığım yaysın sen
…..
Derdin, gamın katresi yok
İş ve okul stresi yok
Belli başlı adresi yok
Ya şehirsin ya köysün sen…
Şairlerimiz, yaz tatili izlenimlerini böyle dile getirmişler. Şiirlerde her ne kadar, Türkiye aidiyeti işleniyor olsa da, sanatçılarımızın Almanya’ya, Belçika’ya olan aidiyetleri tartışma kabul etmez bir gerçektir. Avrupa Türkleri, Yunus ve Mevlana’nın ayrılık psikolojinden hareketle, ‘ayrılık’ ve ‘aşk’ı bir görürler. Ayrılık travmasını, vuslatla kapatırlar. Her ayrılık onlar için bir başka buluşmadır çünkü. Bu ontoloji, Avrupa Türkleri için bir zenginliktir. Çünkü, Avrupa Türkleri için çifte aidiyet, hatta çoklu aidiyet, yeni oluşan kimliğin ayrılmaz bir parçasıdır.
FACEBOOK YORUMLAR