HİÇ
Şimdi annemi düşünüyorum,
bana her zaman “Rabbimden ümidini asla kesme” derdi
öyle büyüttü bizi
Önce Rabbim derdi, sonra bizler geliriz
öyle seslenirdi,
'Rabbimin bir kuluyuz' sözleriyle eğitilip, büyütüldük
Bizler şu an gurbette yaşıyoruz ya,
belki de bu bir şükür sebebidir.
Çok daha fazla kültür değişikliğin içinde,
ırkçılıkların ortasında,
çok farklı dillerin birleştiği bu nokta’da bize “Din” hep tekdir diye söylerdi
öyle öğrendik
Bence buralarda hem Türk, hem de Hollandalı,
hem dinimizce İslam’ı öğrenmek,
ayırt edebilmek bir mucize gibi bir şey.
Eğitim burada çok önemli, hem de çok.
Eğitim demişken, kime göre, neye göre diye ayırt edilir.
Çok tartışılır ve geniş bir konu biliyorum
ama benim eğitimimde, öğretmenim annem,
bende onun hala büyümeyen bir öğrencisi.
öyle değil mi öğretmenim?
Bu hayat hep sürprizlerle dolu
Kendimize göre bile.
Bazen sesimiz titreye titreye içimizden bir Azer Bülbül çıktığında kendimize şaşırıyoruz,
sonra bakmışsın iç dış Serdar Ortaç gibi yaz şarkıları söylüyorum ya da en sessizinden Erkan Oğur açmışız – Yarim senden ayrılalı dinliyoruzdur nedensizce.
Herşeyin de nedenini öğrenmemize, bilmemize gerek yok bence.
Rabbim herşeyin hayırlısını bilir dersin, sonra akışına bırakırsın.
Sonra hayat sürprizlerle dolu dersin.
Doğduğumuz anda ağlayanlar, vefat ettiğimizde kaset’i başa sarıyorlar.
Bu yüzden bir beklenti içerisinde olmamamız lazım aslında.
Ha mutluluktan ağlamışsın, ha üzüntüden.. ağlamıyor musun?
Bence mesele bu.
Hatta mesele, bizim hepimizin bir misafir olduğunu algılamak.
Algıladıktan sonra,
gurbetçiymiş, Türkmüş bence fark etmemeli.
Burada gurbetçi olsak ne yazar,
Asıl önemli olan öteki tarafda gurbetçi olmamak!
Ve umut’dan bahsetmişken,
Elif ve Ayda’nın günler sonra İzmir’in depreminden sağ kurtulması en büyük mucize gibi bir şey. Bakara suresi 117. Ayet şöyle der “…
bir şeyin olmasını istediğinde, ona sadece “ol.” der o da oluverir…” , bu da böyle birşey.
Demek daha yaşanması gereken şeyler var.
Demek daha görmesi gerektikleri çok mavi var.
Ya da biz mi ders çıkarmamız gerekiyor bu olaylardan?
İdrak etmek, idrak ettiklerinle hayata devam etmek,
hayatında değişiklikler uygulamak,
olumlu yönden değişmek
bunları başarmak da bir umut’dur aslında.
Hiç bir zaman, hiç deme, sadece “sen kimsin?” diye sorduklarında,
“Ben bir hiç’im” de, Mevlana’nın dediği gibi: “Sen benim bu alemde ünümü duymadın mı hiç? Ben bir hiçim, hiç!”.
Biz, ya da ben bir hiç’im.
Herşeyim var, ama hiç bir şeyim yok.
Ben yokkken’de yoktum, yok olacağım zaman da yokum.
Ne kadar ağır gelsede bu böyle.
Yazdıklarım kalır, öğrettiklerimle durur herkes.
Onun dışında üç günlük bu dünya için biraz daha umutlanmalı insan.
Biraz daha çok Azer Bülbül dinleyebilmeli,
ya da oturup Minik Dualar grubu gibi teşekkür etmeli.
Üzmeye değmez ama ağlamaya değer.
Ağlamak da bir hediyedir.
Bağırmaya değmez
ama inanmaya geç bile kaldın.
Böyle bir kaç çelişkiler var ama inan sevindirmeye, güldürmeye değer herşey.
Öğrenmeye’de, Annem gibi öğretmeye’de.
Şimdi şöyle düşünüyorum da,
Annem her zaman bana “Rabbimden ümidini asla kesme” derdi
Bence ümidini kesme,
hiç olduğumuz bu dünya’da ümit bir hediyedir.
Eve kargo bile gelse “hediye gibi sanki ha!” diyebiliyorsak,
ümit ne güzel bir şeydir onu da sen düşün.
NOT: Hayat üç günlük ise, üç harf’e de sığdırabiliriz bunu “Hiç”.
FACEBOOK YORUMLAR