Veyis Güngör'ün kaleminden "Lale Gül olayında asıl sorumlu...."
Bir kültürel çatışma örneği
Hollanda, yaklaşık bir buçuk aydır, adı Lale ve soyadı Gül olan bir Türk kızının yazdığı kitapla yatıp kalkıyor. Kitap, tipik bir kültürel çatışma örneğidir. Durum böyleyken, bir tarafta, yazdıklarından dolayı Lale Gül’ü tehdit edenler, diğer tarafta ifade özgürlüğünü savunan ve Gül’e destek verenler. Bir başka tarafta ise, kızları tarafından hakarete edilen, aşağılanan ve kahrolan bir anne ve aile. Ve tahmin edileceği üzere, hızla harekete geçen medya ve kurumlar.
Olayın gerek medyada ele alınışı, gerek lokal ve ulusal düzeydeki karar vericilerin açıklamaları, kitabın ‘en çok satış yapanlar’ listesinde yer almasını sağladı. Belki de bu isteniyordu. Her haliyle, genç kızın ailesiyle yaşadıkları, bir kültür çatışması örneği olmasına rağmen, olayın İslam dinine yüklenmesi, İslam karşıtı siyasi partileri bile harekete geçirmeyi başardı.
Olaya, hangi tarafından yaklaşılırsa yaklaşılsın, ortada, her yönüyle vahim olan bir vaka var. Vakalardan örneklere geçmeden önce, kısaca genç yazar Lale Gül üzerinde duralım.
Lale Gül, iç Anadolu’dan Hollanda’ya göç eden bir işçi ailesinin üçüncü kuşağından bir genç. Amsterdam doğumlu, göçmenlerin yoğun olduğu Bos en Lommer mahallesinde yaşıyor. 23 yaşında. Amsterdam VU’de (Vrije Univesiteit) Hollandaca bölümü öğrencisi. Yazdığı kitabın adı ‘Yaşayacağım’ (Ik ga leven). Kitap, otobiyografik roman türünde olup, bir genç kızın altı yaşından itibaren, aile içinde yaşadığı yasaklar ve mecburiyetlerden oluşuyor. Yazar, kitabında olayları, Büşra adında bir kız çocuğuna anlattırıyor.
Vakaların arkasındaki, yasaklar ve arayışlara birkaç örnek ise şu şekilde:
Trouw gazetesinden Marije van Beek’in kendisiyle yaptığı söyleşide Lale Gül şunları anlatıyor: “Altı yaşımdan, on yedi yaşıma kadar her hafta sonu camiye, Kur’an kursuna gittim. Baş örtüsü takmak zorundaydım. Geniş elbiseler giyiyordum. Kesinlikle erkek arkadaş edinemezdim. Deniz kenarında uzanmam, denizde yüzmem yasaktı. Gece evden çıkamaz, arkadaşlarla tatile gidemezdim. Ne zaman biraz dar pantolon giysem, annemle kavga ederdim. Baş örtümü iki yıl önce çıkardım. Sebep olarak Hollandaca okuduğumu, mezun olduğumda baş örtülü olarak iş bulamayacağımı söyledim. Annem bir ay benimle konuşmadı… ”
Lale Gül, Hollandalı bir gence aşık oldu. Sorularına cevap bulamadı. Lale Gül’de değişim başladı. Gül: “On sekiz yaşında, Hollandalı bir gence aşık oldum. Aylarca bunu anneme nasıl anlatacağımı düşündüm. Bir plan yaptım. Hollandalı gencin dinimizi seçtiğini söyleyerek, işi biraz kolaylaştırmayı denedim. Annem, ‘hayır, olamaz, deli misin? hemen bu işi noktala, aksi halde, kızım değilsin’ dedi. İslam’da bu konu nasıl ele alınır diye araştırdım. Cevap bulamadım. Çevremdekiler de yardımcı olmadılar. Arkadaşlarım, ‘İslam barış demektir’ diyorlar, noktayı koyuyorlar. Sorular soruları takip etti. Aptalca cevaplar doğdu. Acaba, artık inanmıyor muyum demeye başladım”.
Lale Gül’ün kitabı Hollanda gündemini meşgul etmeye devam ederken, sosyal medya grupları arasında da yazışmalar yapıldı. Bunlardan bir tanesi de Türkevi Derneği Gönüllüleri WhatsAap grubu üyeleri arasındaki tartışmaydı. Üyelerden, Cengiz Özkaynak: “Tüm önyargıları bir kenara bırakıp, gerekirse bir sözlük yardımıyla bu kitabı okumanızı şiddetle tavsiye değil, istirham ediyorum!!!” diyordu. Abdurrahman Ünal da: “Lale Gül'ün suçu ne?” derken, Selim Şimşek ise şöyle devam ediyordu: “Herkese suç attı. Ama suç attığı kurumlar ters köşe yaptılar. Sonradan özür dilediler. Ama suç onun mu yoksa onun derdini görmeyenlerin mi?”. Tartışmaya Cengiz Özkaynak şu şekilde noktayı koyuyordu: “Lale Gül'ün suçu, ki suç ise eğer, dini "Allah seni yakar" tehdidiyle Allah'ı öcü gibi gösteren, dindar değil, din ve dünya görüşü dar çerçeveler içinde yaşayan kalp gözü kapalı, olaylara at gözlüğüyle bakan ve bir takım gerçekleri görmeyen veya görmemezlikten gelen taassup girdabında bocalayan kişilere ayna tutmasıdır...”
Evet, Lale Gül ve yayınladığı kitap ile ilgili sayısız haber, yorum, söyleşi yapıldı. Lale Gül, İslam tarihinde ne ilk ne de son vakadır. Aynı süreç, içinde yaşadığımız ülkenin Hıristiyan ve Musevi ailelerinde de yaşanmıştır. Kuşaklar arası değerler çatışması, din ile ilgili algı problemi devam edecektir. Nesiller arasındaki farklılık, geleneksel terbiye anlayışı ve modernitenin mücadelesi var olacaktır. Bu süreci sessiz sedasız geçirenler olduğu gibi, kitap yazıp ilan edenler de olacaktır. Bize düşen görev, her vakadan bir ders çıkarmamızdır. Müslüman ailelerin üzerinde özenle duracakları ve idrak edecekleri Hz. Ali’nin şu sözü dikkate şayandır: "Çocuklarınızı kendi içinde yaşadığınız günlere göre değil, onların yaşayacağı günlere göre yetiştirin."