Veyis Güngör'ün kaleminden "Ankara'da bir buçuk gün ve dostlarla hasbihal "
Ankara’da bir buçuk gün ve dostlarla hasbihal
Kasım ayına rağmen, sıcak geçen ilk günlerinde, bir buçuk günümü Ankara’da geçirdim.Hatırlayanlar olacaktır, yıllar önce, Ankara ziyaretlerimizi, bir basın bildirisiyle duyururduk.
Programlar yapardık. Ancak bu sefer sessiz sedasız ve önceden planlamadan bir ziyaret oldu. Gerçi ziyaretim bir çalışma ziyareti değildi. Ancak, insanın yaptığı ve ilgi duyduğu işler belirleyici olunca, bu kısa ziyaretimiz, siyaset, medya ve sivil toplum merkezli oldu.
Ankara’ya varır varmaz, ayağımızın tozuyla öğle kahvemizi Gazi Meclis’imizde içtik. Meclis binasına giriş kuralları her ne kadar zor olsa da, insanın kadim dostlarıyla bir fincan kahve eşliğinde dertleşmesi bu zorluğa değiyor.
Ziyaret ettiğim dostumuzun, rahmetli Emin Işık ve Erol Güngör’ün öğrencisi olması, onun gönlümüzdeki yerini bizde bir kat daha arttırıyor. En koyu sohbet konumuz hiç şüphesiz ‘yeni bir medeniyet tasavvuru ve Türk düşüncesi’ oldu. Kadim dostumuzun siyasetin merkezinde ve ilgi odağı olması, vaktinin kıymetli ve kısıtlı olduğunu da beraberinde getirdiği için, erkenden müsade alıp veda ettim.
TBMM’den çıkar çıkmaz, kendimi, gençlik yıllarımdan arkadaşımın Ayrancı, Hoşdere caddesindeki düşünce kuruluşunda buldum. İngilizlerin saat beş çayı muhabbeti gibi, biz de çaylarımızı yudumlarken, arkadaşımın bulunduğu kuruluşun, Tansu Çiller ve rahmetli Necmettin Erbakan hocanın hükümetinde üstlendiği stratejik görevi gözlerimin önünden aktı gitti. Değerli arkadaşımın masasında tahminen 900 sayfa kalınlığında ve farklı yazarların Aydın Menderes ile ilgili yayınladıkları farklı kitaplar ilgimi çekti.
Analitik siyasi yorumlarıyla bilinen gençlik arkadaşımın ofisinde, rahmetli Aydın beyle, sık sık karşılaşmış ve sohbetine katılmıştım
Akşam yemeğinde, neredeyse ömrünü Balkan Türklerine harcamış bir sivil toplum kuruluşu başkanıyla birlikte oldum. Balkanlar’dan Türkiye’ye okumaya gelen öğrencilere yönelik faaliyetleri, Türkiye’den mezun olup, ülkelerinde siyaset, eğitim ve kamu kurumlarında, sivil toplum ve medyada görev alanların sayısını duyunca heyecanlandım. Kosova, Makedonya, Arnavutluk, Bulgaristan ve Romanya’daki ortak dostların kulaklarını çınlattık. Ancak, başkanın önemli bir şikayeti ise, Balkan Türklerinin bölünmüşlüğü ve bundan kaynaklanan başarısızlıklar ve kutuplaşmalardı.
Ertesi gün, sabah çayımızı Ankara simiti ile, her geçen gün tarihi dokusu ve manevi havası cazip hale gelen Hamamönü’nde içtik. Çay sohbetine, uzun saçları, askılı pantolonu ve kırmızı kravatı ile artık bir medya patronu, siyasi ve uzun yıllar Çankaya Köşkü tecrübesiyle stratejik bilgilere sahip bir akademisyen ve Türk dünyasına yönelik süreli yayınlarda parmakla gösterilen değerli başkanımız eşlik ettiler. Hamamönü deyince, Mehmet Akif Ersoy, günün her saatinde ziyaretçisi olan şehit Muhsin Yazıcıoğlu, yedi güzel insandan Nuri Pakdil ve ezana, bayrağa hasret diyerek gönüllerimize taht kuran Ozan Yusuf Polatoğlu’nu hatırlamamak mümkün değil elbette. Ruhları şad olsun.
Öğleden sonra, Kocatepe Camisi bahçesindeki Tiryaki Çay Ocağı’nda, daha çaylarımızdan bir yudum almışken ‘üstat, yerimdeyim buyur gel’ mesajının gelmesiyle Beştepe’ye yöneldim. Randevum kayıtlarda olmadığı için, iki üç dakika kapıda bekledim. Sonra değerli dostumun odasının bulunduğu üçüncü kata çıktım, ki bu katın Cumhurbaşkanımızın makamı olduğunu, ikinci katta görev yapan bir başka dostumuzdan öğrendim. Odada, yıllar önceden tanıdığım bir başka gazeteci dostum da vardı. Sakalı, bıyığı birbirine girmiş, bir filozof edasıyla, rahmetli Galip Erdem ağabeyi hatırlatıyordu. Çayların arkası kesilmiyordu. Sohbet, kırk yıl öncesinden, Yeni Hafta, Gündüz gazetelerinde, (ki naçizane ben bu yayınların Hollanda muhabiriydim), o yıllarda yaşanan hatıralardan başlayıp, günümüze kadar geliyordu.
Geçen hafta Hak’kın rahmetine kavuşan Erol Dok ve Adnan Özcan başta olmak üzere, on gün önce Zülfü Canpolat başkanın ve Londra’da gazeteci Mustafa Köker’in rahmeti Rahman’a kavuşan oğulları da rahmetle anıldı.
İçilen çaylardan sonra, müsade alıp, ikinci katta görev yapan ve Türkevi eski stajerlerinden bir dostumuzun da sade kahvesini içerek, Beştepe’den ayrıldım.
Değerli dostlarım, Ankara’da bulunduğun çok sınırlı saatler sonrası, onlarca dostumuzu ziyaret edememenin üzüntüsüyle Amsterdam’a hareket ettim.
Bir buçuk günlük, önceden planlanmamış Ankara ziyaretinden kesitler kısaca bu şekilde.
Hoşça kalın.