İnsanlığın, insanlar tarafından öldürülmesi: Hollanda örneği, bir grubun şeytanlaştırılması
İnsanlığın, insanlar tarafından öldürülmesi: Hollanda örneği, bir grubun şeytanlaştırılması
Hollanda’da kasım ayının ilk haftasında başlayan ve insanları şoke eden gelişmeler, ne yazık ki, ‘biz ve onlar’ düşüncesinden, ayrımcılığa uzanan bir şeytanlaştırma sürecinin uygulanmak istenmesine işaret etmektedir. Tartışmalar, her ne kadar ‘Müslümanlar ve Yahudiler’ üzerinden yapılsa da, ayrımcılık mekanizması gruplar arasında fark gözetmemektedir. Komplo teorileri, grup ayrıştırması yapmadan etkisini göstermemektedir. Bu şekilde demokrasi zayıflamaktadır. Yapılan karşılaştırmalı araştırmalar, “Bir grubun kötü muameleye tabi tutulmasının, ayrımcılığın kabul edilebilir olduğunu” göstermektedir.
Bu makalede, Ajax-Maccabi Tel Aviv maçı çerçevesinde Amsterdam’da yaşanan olaylardan hareketle, ülkede yapılan tartışmalar, insanlığın, insanlar tarafından öldürülmeye meyledildiğine dikkat çekilmeye çalışılacaktır.
Amsterdam’da, 7 Kasım tarihinde oynanan Ajax-Maccabi Tel Aviv maçı öncesi ve sonrası kentte çatışmalar yaşandı. Amsterdamlıların hiç alışık olmadıkları çatışma, Amsterdam’ın yerlileri ve Filistin yanlıları ile, maçı izlemeye gelen güya misafir İsrail takımının taraftarları arasında yaşandı. Bir anda, Orta Doğu sokaklarına dönüşen Amsterdam olaylarında, Maccabi Tel Aviv taraftarları, Arap karşıtı ve nefret içeren sloganlar atarken, Filistin yanlıları da, “Özgür Filistin” sloganları attılar. Korku dolu saatler ve günler yaşatan Amsterdam olaylarında 5 kişi yaralanırken, 62 kişi de gözaltına alındı. Kentte olağanüstü hal ilan edildi, tüm gösteriler yasaklandı. Sosyalist Belediye Başkanı Femke Halsema, zor anlar yaşadı. Bir taraftan, kent sakinlerinin güvenliği, diğer taraftan Yahudi lobisinin güçlü baskısı arasında kalan Halsema, panik halinde şu açıklamayı yaptı: “Nefret dolu ve Yahudi karşıtı isyancılar İsrailli misafirlere saldırdı. Motosikletli gençler, şehri dolaşarak Maccabi Tel Aviv taraftarlarını aradı. Yahudi düşmanlığı hiçbir zaman uzakta değildi.
Dün Amsterdam’da görmemeyi umduğumuz bir patlama yaşandı”. Hemen ardından Amsterdam Emniyet Müdürü Peter Holla, İsrailli taraftarların kasıtlı olarak saldırıya uğradığını, aynı taraftarların da, bir taksiyi tahrip edip ve bir Filistin bayrağını duvarlardan çekip yakanlar olduğunu söyledi. Her iki açıklamada da görüleceği üzere, maç seyretmeye gelen 2.600 Maccabi Tel Aviv taraftarları masum, suçsuz ve günahsız gösterilmeye çalışıldı.
Amsterdam’da yaşananları, kent sakinleri ve Hollanda halkı henüz hazmedememişken, kentte yaşananlarla ilgili siyasi açıklamalar hızlı bir şekilde, ülke geneline yayıldı. Amsterdam olaylarına, Avrupa ve dünyadan da açıklamalar geldi. Örneğin, Hollanda Kralı Willem-Alexander, İsrail Cumhurbaşkanı Herzog‘u aradı ve “Yahudi karşıtı davranışlara göz yummayacağız” dedi. Yaşananlar üzerine, İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Sa‘ar, Hollanda Dışişleri Bakanı Casper Veldkamp’ı aradı ve ardından sosyal medya hesabından, 9-10 Kasım 1938 tarihlerinde Almanya’da Yahudilere karşı saldırıların yaşandığı “Kristal Gece” (Kristallnacht) yıldönümünün yaklaştığına işaret ederek, “Barbar Yahudi düşmanlığı, Avrupa topraklarında bir kez daha çirkin yüzünü gösteriyor” açıklamasını yaptı.
Açıklamalar bunlarla sınırlı kalmadı. Hollanda’nın aşırı sağ koalisyonunun teknokrat Başbakanı Dick Schoof da, İsrail Başkabanı Binyamin Netenyahu’yu aradı. Bir nevi özür beyan ederek, “Yahudi karşıtı saldırılar kabul edilemez” dedi.
Bu tarihlerde, Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen de, Budapeşte’de devam eden Avrupa Birliği Zirvesi’nde, Hollanda Başbakanı ile görüştü ve Amsterdam’da İsrailli taraftarlara yönelik saldırıları şiddetle kınadı ve “Avrupa’da antisemitizme kesinlikle yer yoktur. Her türlü nefretle savaşmaya kararlıyız” açıklamasını yaptı. ABD Başkanı Joe Biden sosyal medya hesabından, Amsterdam’daki olaylarla ilgili olarak, “Amsterdam’daki İsrailli futbol taraftarlarına yönelik antisemitik saldırılar iğrençtir ve Yahudilerin zulme uğradığı karanlık anları anımsatmaktadır” açıklamasını yaptı. Siyasi liderlerin açıklamalarından da anlaşılacağı üzere, Amsterdam olayları, dünya gündemine taşındı ve topyekûn ve tek taraflı “antisemitik” saldırılar olarak propaganda edildi ve fatura Müslüman gençlere kesildi.
Filistin bayrağı asılı evlere saldıran ve bayrakları yakan, “Tüm Arapları öldürün” sloganları atan ve Amsterdamlıları terörize eden Maccabi Tel Aviv taraftarlarını, masum ve mağdur gösteren bu açıklamaların ardından, Hollanda koalisyon ortaklarından daha sert açıklamalar yapıldı. Açıklamalarla, Hollanda’da bir topluluk yani Müslümanlar hedef haline getirildi. Yirmi yılı aşan bir süredir Müslümanları hedef alan, hükümetin büyük ortağı Geert Wilders, henüz polis herhangi bir açıklama yapmadan, “Bunu Faslılar yaptı” diyerek, Müslümanları tekrar hedef gösterdi. Entegrasyon işlerinden sorumlu sağ-liberal Devlet Sekreteri Jurgen Nobel de, “Müslüman gençlerin bir bölümü bizim norm ve değerlerimizi kabullenmiyor” açıklamasını yaparken, yine hükümet ortağı BBB partisinden İmar Bakanı Mona Keijzer de, “Antisemitizm İslam kültürünün bir parçasıdır” diyerek, toptancı bir suçlama sergilemeyi yeğledi. Hükümet ortağı liberal parti VVD lideri Dilan Yeşilgöz-Zegerius ise, mal bulmuş mağribi misali, “Standart geri dönmeli. Yahudi avı ve şu anda Amsterdam’da gördüğümüz sefalet korkunç. Özgürlüğümüz ve güvenliğimiz tehlikede. Bu kısmen zayıf entegrasyonun bir sonucudur. Doğrudan müdahale ve bu adamları sokaktan uzaklaştırmanın yanı sıra somut eylemlere de ihtiyaç var” açıklamasını yaptı.
Amsterdam olayları, pusuda bekleyen Yeşilgöz’ün, akıllara durgunluk verecek yeni bir yasa tasarısı hazırlaması için iyi bir fırsat oluşturdu.
Oysa, Amsterdam sokaklarında seslendirilen insanlık dışı aşağıdaki sloganlar, Maccabi Tel Aviv taraftarlarınca söylenmişti. :
“Olé, olé!
Olé, olé, olé!
IDF’nin kazanmasına izin verin ve Arapları s….!
Olé, olé!
Olé, olé, olé!
Gazze’de okul neden kapalı? Orada çocuk kalmadı!”
Amsterdam olaylarını, yukarıda örnekleri görülen, siyaset ve medyanın bu tek taraflı, hedef gösterici açıklamaları ve biz-onlar düşüncesinden hareketle toplumun bir kesimini şeytanlaştırması, akli selim bir çok insan tarafından fark edildi. Soysal medya hesaplarından yükselen bu akli selim açıklamaların bazıları aşağıdaki şekildeydi.
Washington’da yaşayan medya eleştirmeni Sana Saeed’e göre, Amsterdam’da “antisemitik pogromlar” yaşanmamıştı. Medya sık sık yaptığı gibi, bu sefer de Amsterdam’daki İsrailli taraftarlara karşı ‘antisemitik pogromlar’ iddialarını yazdı ve yaydı. Bu durum, Saeed’e göre, medyanın “Müslümanlara karşı şiddeti körükleyen ve Gazze’deki soykırımı gerekçelendiren yanlış anlatıların son örneğiydi”
Amsterdamlı bir genç, Tahrim Ramdjan ise Het Parool gazetesindeki köşe yazısında olaylar üzerine hisleri ve duygularını şu cümlelerle ifade etmiş: “Geçen hafta Cuma’dan beri sanki yabancı bir şehirde yaşıyormuşum gibi hissediyorum, halbuki Amsterdam’da doğdum ve büyüdüm ve hayatımın tamamını burada geçirdim… Kendi şehrimde kuş tüyü gibi hissediyorum, bunu da politikacılarımıza borçluyum. Bir anda dışlanmış, bir yabancı, kendi şehrimde kabul edilmeyen biri oldum. Ve işin en kötüsü de, bu politikacıların, Amsterdam’ın gerçekte nasıl göründüğünü anlatmıyordı”.
Amsterdamlı bir Yahudi akademisyen, Ruthie Pliskin de olaylardan sonra duygularını şöyle özetlemiş: “Amsterdam’da yaşayan ve Leiden’de çalışan bir İsrailli Yahudi olarak kendimi her zaman oldukça güvende hissettim. Ama bu durum değişti – şehrimde #Maccabi Tel Aviv destekçilerine karşı uygulanan şiddet nedeniyle değil, politikacıların olayı çerçeveleme şekli nedeniyle. Tüm gerçekler bilinmeden önce (uluslararası) medya tarafından ele geçirilen bu çerçeve, siyasi kazanç için ve hepimizin güvenliği pahasına gruplar arasındaki gerilimi daha da körüklemek için kasıtlı olarak tasarlanmış gibi görünüyor”.
Bu ve benzeri açıklamaları, kimi siyasetçiler ve medyanın baskın, ayrıştırıcı, hedef gösterici açıklamaları ve yayınlarına rağmen, halkın sağ duyulu olduğunu gösteren bir çok yorum ve açıklama bu bağlamda çoğaltılabilir.
Peki, en son Amsterdam’da yaşandığı gibi, bir grubu hedef alan, ayrıştıran ve şeytanlaştıran mekanizma nasıl çalışıyor? Seçilen grup aleyhine komplo teorileri nasıl işliyor?
Ve benzeri soruların cevaplarını, karşılaştırmalı araştırmalar yapan NTATN (Nuance door Training & Advies en Transgender Netwerk) kurumundan araştırmacı Willemijn Kadijk’den alıyoruz. Kadijk’e göre “Bir grubu kötü muameleye tabi tutmak, ayrımcılığın kabul edilebilir olduğunu gösterir”, zira ayrımcılığın dinamiği için din, dil, renk ve ırk fark etmiyor. Çünkü ayrımcılığın farklı şekilleri birbiriyle ilişkilidir. Kadijk şöyle devam ediyor: “Bir gruba karşı nefret normalleştiğinde, diğer hoşgörüsüzlük biçimleri de normal olarak kabul edilir. Fail kim olursa olsun, kurban kim olursa olsun. Bir gruba kötü muamele yapmak, ayrımcılığın kabul edilebilir olduğunu gösterir. Bu, toplumun normunu düşürür ve kutuplaşmayı ve sertleşmeyi teşvik eder”. Ayrıştırma ve ayrımcılık sürecinin bir günde gerçekleşmediğini, yıllar sürdüğünü, birçok insanın bilinçsiz bir şekilde sürece katıldığını ve dışlanan grup üyelerinin eşit insan olarak görülmediğinin alıştırıldığı söyleyen Kadijk, “biz” ve “onlar” olarak başlayan ayrım, karşılıklı dışlama ve son devre olarak insanlıktan çıkarma, şeytanlaştırma ile birlikte tehdide dönüşür. Bu sürece örnek olarak “Yahudilerin perde arkasında tüm güce sahip olduğu düşünülür. Müslümanlar da terörist veya dolandırıcı olarak görülür” diyen Kadijk, “moral panik”in oluşmasıyla, “diğer”in “bizim” yerimizi alacağı veya çocuklarımızı yozlaştıracağı korkusu yaygınlaşır. Korkunun, bir müddet sonra nefret ve en uç sonuç olarak da tehdit ve şiddete dönüşebileceğini söyleyen Kadijk, bunun “Son haftalarda, Yahudilere ve Müslümanlara yönelik yapılan saldırılarda da görünür hale geldiğine” dikkat çekiyor. Kadijk’e göre, “eğer toplumda şiddet ve tehdit normalleşirse, demokrasi barışçıl bir şekilde çatışmaları çözme yeteneğini kaybeder”.
Araştırmacıların da dikkat çektikleri gibi, Kasım ayının ilk haftasında Ajax- Maccabi Tel Aviv maçı öncesi ve sonrası yaşananlar, özellikle bazı siyasetçiler ve medya kuruluşlarınca, planlı veya plansız, Müslümanların yeniden şeytanlaştırılması sürecini başlatmıştır. İnsanlığın, insanlar tarafından öldürülmesi, bugün Müslümanlara yarın bir başka gruba yapılabilir. Bu süreç, her ne kadar komplo teorilerinin güdümünde ve etkisinde olsa da, ayrımcılığın grup farkı gözetmeksizin işleyen bir mekanizma olduğu unutulmamalıdır Azınlıklar elbette eleştirilebilir. Ancak, uzmanların da tavsiye ettikleri üzere, bunun şeytanlaştırmaya varmaması gerekir. Özellikle karar vericilerin neler söylediklerini kontrol etmeleri, bir grubu istisnalar üzerinden yargılayıp yargılamadıklarını sorgulamaları, iddialarının gerçekleri yansıtıp yansıtmadığını, açıklamalarının bir sorunu çözüp çözmediğine dikkat etmeleri gerekir. Aksi halde, kontrolsüz açıklamalar, Wilders’in yıllardır yaptığı gibi, toplumsal bir felaketin habercisi olabilir.