Hollandalılar yabancı düşmanlığına prim vermezlerdi ama şimdi…

İlhan KARAÇAY
ABONE OL

İnsanların dini ve siyasi ideolojileri, yaşam şartlarına göre değişebiliyor.

Dün, yabancı düşmanlığı ve ırkçılığa prim vermeyenler, bugün tam tersini yapabiliyor.
Dün, dini inançların hepsine hoşgörülü olanlar, bugün din düşmanı olabiliyor.

Bu değişim nasıl mı oluyor?
Yaşam şartları değişince, yukarıdaki acayiplikler de oluyor maalesef.
Tabii ki akla bir soru da geliyor. Dünya’yı yöneten güçler, insanların görüş açılarını etkilemek için 11 Eylül, Ben Laden ve İşid’i bilinçli olarak mı yaratıyorlar?

Öyle değilse, dünyayı yöneten güçler, insanların nefretini kazanacak olan terör örgütlerini neden hep İslam dünyasından seçiyor? Bu da yetmezmiş gibi, bu örgütlerin isimlerini de neden hep İslam ile bağdaştırıyor? Usame Bin Laden’e kurdurulan örgütün adı neden El Kaide oldu?
Bir yandan El Kaide, diğer yandan İŞİD, yani Irak Şam İslam Devleti’in, insanlar üzerinde nefret yaratmaları bir plan değil miydi?

Bakınız, insanlar üzerinde ideolojik değişime yol açan örnekler için Hollanda’yı ele alalım.
Hollanda’daki siyasi partilerin ideolojileri, programlarında açıklandığı gibi, ‘süt gibi beyaz’ değil.
Hollandalı seçmenin de, tercih ettiği ideolojiler, eskisi gibi ‘berrak’ değil.
Hollandalılar eskiden, yabancı düşmanlığı yapan ideolojilere hiç hoş bakmazdı.
Öyle ki, 1970’li yıllarda, Hitler apoletli görüşleriyle siyasete atılan Joop Glimmerveen’e hiç yüz vermeyen Hollandalı seçmenler, 1980’li yıllarda siyaset arenasına çıkan bir başka ırkçı Hans Janmaat’a da itibar etmedi.

Hollandalı seçmenin değer vermediği bu iki isimden kısaca söz edeyim:

Joop Glimmerveen: NATO’da muhasebeci olarak çalışırken, Hitler tandanslı Hollanda Halk Birliği NVU Partisi’ne üye oldu. Bu nedenle 1971 yılında NATO’dan kovulan Glimmerveen, 1974 yılında Lahey Belediye Meclis Üyeliği için aday oldu ama, tüm sağ partilerin desteğine rağmen seçilemedi.
Belliydi ki, Glimmerveen’in, ‘Lahey beyaz ve güvenli kalmalı’ sloganı Hollandalı seçmenlerin hiç hoşlarına gitmemişti.
Glimmerveen’in daha sonraki parlamento seçimlerine katılması da başarısızlıklarla sona ermişti.

Hans Janmaat: Glimmerveen siyaset arenasındayken, bu kez Hans Janmaat adlı bir profesör, Merkez Partisi’ni (daha sonra adı Merkez Demokratlar oldu) kurdu ve parlamento seçimlerine katıldı. Yabancı düşmanlığı fikirleriyle seçmenden itibar görmeyen Janmaat, aldığı yüzde bir oy ile yine de tek başına parlamentoya girdi.

Söylemleri ile sadece halk tarafından değil, meclisteki parlamenterler tarafından da nefret edilen Janmaat’ın elini hiçbir parlamenter sıkmadı bile.
Janmaat’a nefret o kadar çoktu ki, bir kapalı salon toplantısını basan çok kızgın bir grup, toplantı yerini ateşe verdi. Janmaat, çarşafları birbirine düğümleyerek arka taraftaki balkondan kaçabildi ama, sekreterliğini yapan eşi de aynı yöntemi kullanırken yere çakıldı ve bacakları kırıldı. Ameliyattan sonra bir bacağını kaybeden Janmaat’ın eşi, tabii ki fanatik olmayan kesimi üzdü.

Hans Janmaat: Glimmerveen siyaset arenasındayken, bu kez Hans Janmaat adlı bir profesör, Merkez Partisi’ni (daha sonra adı Merkez Demokratlar oldu) kurdu ve parlamento seçimlerine katıldı. Yabancı düşmanlığı fikirleriyle seçmenden itibar görmeyen Janmaat, aldığı yüzde bir oy ile yine de tek başına parlamentoya girdi.

Söylemleri ile sadece halk tarafından değil, meclisteki parlamenterler tarafından da nefret edilen Janmaat’ın elini hiçbir parlamenter sıkmadı bile.
Janmaat’a nefret o kadar çoktu ki, bir kapalı salon toplantısını basan çok kızgın bir grup, toplantı yerini ateşe verdi. Janmaat, çarşafları birbirine düğümleyerek arka taraftaki balkondan kaçabildi ama, sekreterliğini yapan eşi de aynı yöntemi kullanırken yere çakıldı ve bacakları kırıldı. Ameliyattan sonra bir bacağını kaybeden Janmaat’ın eşi, tabii ki fanatik olmayan kesimi üzdü.

Glimmerveen ve Janmaat adlı bu iki aşırı ırkçı, Laheyliydiler. Kaldı ki Lahey, gerek Yüksek Adalet Divanı ve Gerekse İnsan Hakları Mahkemeleri ile tüm dünyada tanınan bir demokrasi ve barış şehriydi.

Şimdi gelelim ırkçılığın bugünkü durumuna.
New York’taki 11 Eylül sendromundan sonra, belli güçler tarafından kurulan ve adına ‘İslam’ eklenen terörist grupların (İŞİD gibi) yaptıkları çirkin ve acımasız eylemler, haliyle Hollanda halkını da şaşırttı.
Bunu fırsat bilen Geerd Wilders, bağlı olduğu VVD’den istifa ederek kendi partisini kurdu ve ırkçı söylemleri ile taraftar toplamaya başladı. Öyle ki, Wilders’in partisi şimdilerde ikinci büyük parti konumunda.
Dünyadaki kargaşaların sebebinin İslamlar olduğu propagandaları çoğaldıkça, seçmenlerin ideolojileri de değişmeye başladı. Bunun üzerine bir başka genç politikacı Thierry Baudet ortaya çıktı ve Demokratlar Formu Partisi’ni kurdu. Yabancı ve İslam aleyhtarı olan bu genç siyasetçi de, yapılan anketlerde üst sıralara yerleşti.

Şimdi, nasıl oluyor da, bir zamanlar ırkçılığa hiç prim vermeyen Hollandalılar’ın yarısından çoğu, bu ırkçı partilere oy veriyorlar?
Buna verilecek cevap çok basit: Yaratılan olayların müsebbibi hep yabancılar ve Müslümanlar olarak gösterilirse, halkta da bir nefret hissi doğar.
Hele hele, yabancılar ve Müslümanlar arasındaki bazı kendini bilmez fanatikler de olunca, nefret daha da çoğalıyor.

Bakınız, küçük bir örnek de bizim Türkiye’mizden vereyim.
Malûm, Suriyeli göçmenlere kapılarımızı açtığımız ilk yıllarda, Türk halkının genelinde büyük bir acıma hissi vardı. Türk halkı yıllarca toleranslı davrandı. Ama Suriyeliler’in bir kısmı rahatsızlık vermeye başlayınca halkımız arasındaki duygularda da değişim başladı. Kesinlikle ırkçı olmadıklarına inandığım pek çok dostumdan, Suriyeliler hakkında kötü sözler duymaya başladığım zaman, Hollanda örneğini düşünerek hiç kızmadım. Dostlarımı sadece uyarmak ile yetindim.

Sonuç olarak şunları söyleyebilirim: Biz, her ne kadar dünyayı yöneten güçlerin yarattığı terör gruplarındaki isimleri beğenmeyip İŞİD’i DAEŞ (Devlet’ül Irak ve’ş Şam) yapsak da, İslam olmayan insanlar üzerindeki duyguları yok edemiyoruz.

Hele hele, fanatik Hıristiyanların yarattığ Haçlı Ruhu varken…